Ünlü mimar, seramik sanatçısı ve heykeltıraş, Cahide Erel

Ünlü mimar, seramik sanatçısı ve heykeltıraş, Cahide Erel

Kendinizden biraz bahseder misiniz?
Ben önce akademinin seramik ve cam bölümünü yüksek lisans düzeyinde bitirdim. Daha sonra ise İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde eğitim gördüm. Akademideki ve İstanbul Üniversitesindeki eğitimim boyunca yine bir tesadüf sonucu ünlü mimarlarla çalışma olanağı yakaladım, hatta öğrenciliğim boyunca bu mimarların yanında saat ücreti ile çalışarak paramı kazandım. 1986 yılında eğitimimi tamamlayıp atölyemi kurmuştum. Hedefim tamamen büyük seramik duvar panoları yapmaktı. Dolayısıyla mimari projelerde çalışmam gerekiyordu ve böyle de oldu. Artık beş yıldızlı otellerde, holding binalarında veya devletin kamu binalarında büyük seramik panolar yapmaya başlamıştım. 

Çok fazla mimari projede  çalıştığım için mimar olarak adlandırıldım ancak ben mimar değilim bir mimari projenin başlangıcından itibaren sanat projelerini geliştirdiğim için bu şekilde anıldım.



Yaratım süreci sizde nasıl başlar? Tasarımlarınızda nelerden ilham alıyorsunuz?
Benim için yaratımın nasıl başladığını anlatabilmem için önce sanatı nasıl algıladığımı anlatmam lazım. Bana göre sanat, yaşadığımız bu somut dünyada edindiğimiz tecrübelerle soyut düşünceler üretebilen ve bu soyut düşünceleri tekrar somut nesnelere dönüştürebilen bir olgudur. Yani biz ne kadar tecrübe yaşadıysak, bu tecrübelerini ne kadarını algılayabildiysek, derinliğimizi ne kadar arttırdıysak, ne kadar farkındaysak, ne kadar gördüysek, ne kadar okuduysak gördüğümüzü ve okuduğumuzu ne kadar içselleştirebildiysek o kadar çok soyut düşünce üretebiliriz. Ve bu soyut düşünceleri de nesneye dönüştürebilme yeteneğimiz varsa sanatçı oluruz. Daha bitmedi, tekrar tur atıyoruz nesneye çevirdiğimiz bu soyut düşünceleri o nesne üzerinden yeniden soyut dünyamızda algılayıp onu da nesneye çeviriyoruz yani sanat üstün bir zihinsel faaliyetin neticesidir ve kendi içinde devamlı tur atar.

Şimdiye kadar tecrübelerimle algıladığım, öğrendiğim sanat tarifi bu. Ben bunun ne kadarını uygulamayı başarabiliyorum? Bence bu bir yol, bu yolda her gün yeni bir fikir ve ürün yapıyorum, yeni bir deneyim başarıyorum, başardığımı zannettiğim şeyleri yeniden başarıyorum ve yeniden başarıyorum. Kendi yolumu, kendi deneyimlerimi gerçekleştiriyorum.

Matematiğe düşkünlüğünüzle biliniyorsunuz. Matematik yaratım sürecinizi nasıl etkiliyor. Hayatınıza matematiğin yansıması nasıl oluyor?
Hayatımda matematiğin hep çok özel bir yeri oldu. Çocukluğumdan beri matematikle ilgili çok çalıştım, gerçekten çok özel dersler aldım. Çok şanslıydım daha lisedeyken yüksek matematik öğrenme şansım oldu. Bu beni sanat hayatına hazırlayan en büyük faktörlerden biri. Bütün algılamam, her şeyi üç boyutlu görebilmem, oran - orantı,  analitik düşünce şekli...  İşte bu matematik ve çok konuşulmayan felsefeye olan düşkünlüğümle bağlantılı. Her şeyin özü, başı, sonu, içeriği...  Yani bir sapanın iki ayağı gibi; olmazsa olmaz matematik ve felsefedir.



Perispri Restaurant.. Bize biraz bahsedebilir misiniz? Lezzeti sanatla buluşturuyorsunuz diyebilir miyiz?

 

Bir restoranım var Perispri hatta bir de Alaçatı’da var. 36 yıldır atölyem var, büyük bir atölye ve kalabalık bir ekiple çalıştım hep.  Atölyemin en önemli mekanlarından biri mutfağımız oldu. Çalışan arkadaşlarımızla her zaman orası bizim için bir toplanma, paylaşma yeriydi. Ama benim için şöyle bir anlamı daha vardı. Benim tasarı veya üretirken beynim kitlendiğinde, yaratmam yavaşladığında, belli çıkmazlar yaşadığımda kendimi hep mutfakta bulurdum. Ya yemek pişiriyordum ya bir tatlı yapıyordum. Çalışan arkadaşlarımın en sevdiği pozisyondu bu. Herkesin ne yiyeceğiz diye beklediği andı. Ben sofralar kurardım bu beni çok rahatlatırdı.

 

Zaman içinde anladım ki ben mutfakta çalışırken beynimin sol lobunu oyalarken sağ lobum özgürlüğünü ilan ediyor ve yaratımına devam ediyordu. Hatta daha özgür olduğu için maksimum yaratımıyla devam ediyordu. Yemek yapma işim bittiğinde tasarım masama oturduğumda sağ lobum hakimiyeti eline alıyor. Derinleşip istediğim tasarıları çıkarabiliyordum. Bu anlattığım size şaşırtıcı gelebilir ancak sol lobumuzla ne kadar baskılandığımızı, kodlandığımızı ancak böyle özgürleşebildiğiniz zaman anlıyorsunuz. Ben yemek yaptığım zaman özgürleşiyordum. İşte restoranlar da benim yemek yapma fırsatı bulduğum, rahatladığım yerler oldu.



 

İnsan 36 -37 yıl boyunca birebir sanat üretimi ile yaşadıysa, hani derler ya çıraklık, ustalık dönemi diye... Ustalık bence çok iddialı bir laf, dünyanın bu kadar hızlı değiştiği bu zaman diliminde  ben hep çıraklık döneminde olduğumu düşünüyorum. Ama çıraklık dönemimi ustalıkla yaşıyorum diyebilirim artık.

Doymamış bir ruhum var bir insan her şeyi yapmak ister mi? Ben istiyorum. Farklı disiplinlerle çalışmak, üretmek ve üretmek ve üretmek her şey birbiriyle bağlantılı... Düşünce üretmek, bunu somut nesnelere çevirmek, bu somut nesnelerin üstündeki malzemelerle oynamak, yeni malzemeler denemek yeni teknikler denemek...
Artık biliyorsunuz dijital çağdayız. Bu çağa ayak uydurmak, bu çağa uygun hayaller kurmayı başarabilmek, kurduğun hayali üretmeyi başarabilmek... Bu böyle sürüp gidiyor, bunun sonu yok. 


İşte bu benim varoluş yolum... 
Sanatla olsun, yemekle olsun, hayvan dostlarımla olsun, doğayla ağaçlarımla, bitkilerimle olsun hepsi bir bütünün parçası…

Ben sanatın üstün bir zihinsel faaliyet olduğuna inanırım. Dolayısıyla sanatın ve sanatçının toplumun önde giden kesim olması gerekmektedir. Bunun için de sanatçının üstüne pek çok görev düşmektedir. Bir anımı anlatayım, İstanbul metrosunda oto sanayi durağında montaj yaparken bir gün 25 metre uzunluğunda büyük bir panonun önünde bir işçi kadın 5-6 yaşındaki çocuğuyla koşturuyordu işine yetişmek için. Çocuk durakladı, panoya baktı, durdu. Annesi kolundan çekiştirdi, çocuk annesini çekiştirdi, annesi çocuğu panonun önünden bir türlü alamadı. Çocuk panoya baka baka baka baka annesinin çekiştirmesi ile gitti. Benim için sanatın işleviydi bu, kim bilir daha kaç çocuğu etkileyecekti bu pano. Onlara nasıl bir ufuk açacaktı, neler düşündürecekti, nasıl dürtecekti onları. Bence toplumun gelişiminde bu dürtüler çok önem taşıyor.

Sanat toplumların gelişmişlik göstergesidir. Ne mutlu biz sanatçılara….

Gaziantep’in kalbimde farklı bir yeri var.
Birçok sevdiğim dostum, birçok sevdiğim eserim Gaziantep’te. Gaziantep, bu kadar zengin kültür varlığının, doğal varlığının ve bu kadar değerli insanın bir arada bulunduğu müstesna yerlerden biri.

Benim en gurur duyduğum eserlerimden bazıları Gaziantep’te.
Dünyada ilk olan Şehitler Anıtı, Kargamış Kültür Kapısı ve inanılmaz bir kurtuluş hikayesinin sahibi olan Gaziantep’i anlatan Şahinbey Anıtı eserlerimin arasında.

 

Tags: