Mesleki liyakat
Yıllardır duyduğumuz birkaç standart cümle ile başlayalım hikâyeye…
Çok duyup, hiç sorgulamadığımız bu cümleleri sorgulama zamanımız gelmedi mi daha?
Kim söylüyor, neden söylüyor, hangi hakla söylüyor düşünelim hep birlikte!
Hikâye 1- Nezle ya da grip olan 5 yaşında bir çocuk ebeveynleri tarafından bir çocuk doktoruna götürülür.
Doktor çocuğun kontrollerini yaptıktan sonra gerekirse bir dahiliye ya da kulak burun boğaz uzmanına yönlendirir ama ilk basamak genelde çocuk doktorudur.
Meslek-i liyakate sahip bir çocuk doktoru, muayeneye başlamadan “okula gidiyor mu”, “gidiyorsa bir süre göndermeyin” demez, diyemez, dememeli! Bunu söyleyen bir doktor, kendini teşhis koymuş zannederek, ebeveyni yanlış yönlendirip aslında çocuğun eğitim hayatının bir kısmını çalmıştır. Henüz tıp bilimi de çocuğu muayene ettikten sonra okuldan uzaklaştırın teşhisini koyabilecek kadar gelişmemiştir. Ama teşhis koyamamaktansa en kolayını seçmek cazip gelmiştir.
Hikâye 2- Okulda olumsuz davranışlar sergileyen 4 yaşında bir çocuğun ebeveyni okul tarafından bilgilendirilir ve bir uzmandan yardım almaları söylenir. Ebeveyn de çocuğunu bir psikoloğa götürür, psikolog gerekli görürse belki bir psikiyatra, bir aile terapistine ya da alanının uzmanı başka birine yönlendirir.
Meslek-i liyakate sahip bir psikolog, okulda ne olduğunu bilmeden, okuldaki diğer çocukları tanımadan, öğretmenler ile iletişime geçmeden, “okuldan etkilenmiş, arkadaşından etkilenmiş, öğretmeninden etkilenmiş”,” okulunu değiştirin ya da bir süre okula göndermeyin” gibi cümleler kurmaz, kuramaz, kurmamalı. Bir saat süre içerisinde çocuğu gözlemlemeyi bitirip hem okulu hem öğretmenleri hem diğer çocukları hem de aileyi gözlemleme yeteneği hangi üniversitenin hangi alanında veriliyorsa bize de söyleyin, öğrenelim. Eğitimciler olarak eğitime inanan insanlarız sonuçta.
Hikaye 3- Mide rahatsızlığı yaşayan 6 yaşındaki bir çocuğun ebeveynine, gece acile gittiğinde acildeki doktorunun o gün ne yediğini sorduktan sonra “okula gidiyorsa okuldaki yemektendir” cümlesinin kurması, ebeveynin aklında nasıl büyük soru işaretlerine neden olacağını düşünmeden hemen teşhis koyması takdire şayan hakikaten… Hatta sonrasında, akşam yediği hamburger suçlu çıktığında, ”evet, o da olabilir” diyerek olayı kapatan acil doktoru,
ebeveynde bıraktığı endişeyi ve bu endişenin çocuğa nasıl geçeceğini düşünmez bile… ” Olabilir” kelimesi ile “olmuştur” kelimeleri arasındaki anlam farkını öğrenebileceği bir eğitime tabi tutulup, kişisel gelişimine katkıda bulunması adına naçizane öneriler sunulabilir bu gibi durumlarda.
Bir de bu duruma ters perspektiften bakalım…
Mesela siz hiçbir öğretmenden ya da okul yöneticisinden soğuk algınlığı olmuş bir çocuğun ebeveynine “çocuğunuzu dahiliye uzmanına ya da KBB uzmanına götürün” gibi bir cümle duydunuz mu? Duyamazsınız! Çünkü çocuk doktoru değiliz biz…
Ya da olumsuz davranışlar sergileyen bir çocuğun ebeveynine “psikoloğa değil psikiyatra ya da dil konuşma terapistine götürün” gibi bir cümle duydunuz mu? Duyamazsınız! Çünkü psikolog da değiliz biz…
Veya karnı ağrıyan bir çocuğun ebeveynine “akşam bu yemeği yemesin, şunu yesin” gibi cümleler kurulduğunu duydunuz mu hiç? Duyamazsınız! Çünkü dahiliye uzmanı ya da diyetisyen hiç değiliz biz.
Meslek-i liyakat sahibi hiçbir eğitimci kurmaz bu cümleleri. Ama bizim dışımızdaki birçok kişi bizim bile defalarca düşünerek kurabileceğimiz bu cümleleri bir çırpıda, önünü arkasını düşünmeden kurabiliyor maalesef…
Şimdi sorgulama mekanizmasını çalıştırmayı deneyelim!
Evet, okullar kalabalık ortamlardır, çocuklar hastalıkları birbirine bulaştırabilirler. Ya da okulda yediği bir yemek diğer çocukları etkilemese bile sizin çocuğunuzun midesine iyi gelmemiş olabilir. Veya çocukların arasında akran zorbalığı yaşanmış olabilir! “Okullarda böyle durumlar asla olmaz” diyebilecek bir mekanizma da yoktur zaten. Ama bir çocuğun evde otururken de hasta olabileceğini, okula gittiği için değil tam aksine okula gitmediği için sosyalleşememe, akranları ile tanışamama gibi sebeplerden dolayı olumsuz davranışlar sergileyebileceğini ya da evde yediği bir yemekten de midesinin rahatsızlanabileceğini unutmamalıyız. Maalesef ki, ülke olarak başımıza bir şey geldiğinde “suçlu aramak” gibi bir geleneğe sahibiz. Bunu da genelde ilk söyleneni doğru kabul etmek gibi bir ritüele dönüştürürüz. Çünkü canımız yanıyordur ve bizi suçlu aramak zorunda bırakmayarak, hemen suçluyu önümüze koyan bir bilirkişi, bilir bilmez kolaylaştırmıştır işimizi.
Şüpheli olan, suçlu olma ihtimaline en yakın olandır. Ama kim tarafından, hangi gerekçe ile şüpheli gösterildiği sorgulanmaz asla!
“Okul hastalığı”, “Okul fobisi”, “Okul korkusu” gibi kavramları hayatımıza ve lügatimize sokan bilmez bilir kişileri selamlıyorum buradan.
Eminim, bu yazılanlara muhalif bir sürü yorum alacağım yine. Sorgulanmak da eleştirilmek de geliştirir insanı diye düşünmek lazım. Körü körüne bir şeye inanmaktansa, sorgulayıp inanmak çok daha fazla mutlu edecektir hepimizi. Dış sesimizle ”Neden böyle dediniz” diye sorarken, iç sesimizle “hangi hakla, hangi yetki ile ve hangi mesleki yeterlilikle bunu diyebiliyor” diyerek sormalı ve sorgulamalıyız.
Okullar asla olumsuz bir şeylerin nedeni değildir ve ilk suçlu ilan edilecek kadar da zayıf ve savunmasız da olmamalıdır. Bir ülke de en son sorgulanacak yer okullar olmalı. Bu cümlenin sonuna da bir sektörel özeleştiri bırakmak gerekirse, “Mesleki liyakat” sahibi okullardan bahsediyoruz. Maalesef ki her alanda çürük elmalar olabildiği gibi asla olmaması gereken ama az da olsa rastladığımız bir alandır EĞİTİM. Mesleğini layığı ile yapan, meslek-i liyakat sahibi tüm mesleklere saygılarımı sunuyorum.
Çocuklar geleceğimiz ise, okullar geleceğimizi inşa edeceğimiz tek sığınağımız olmalı… Saygılarımla.