Çocuğunuzun gözlerinin içine bakın, keşfedin onu…
Çocuğunuzun gözlerinin içine bakın, keşfedin onu…
Çocuğun gözleri dile geldi annesinin gözlerinin içinde,
Öyle bir baktı ki, döküldü birden bire kelimeler bakışlarından.
“Neden” dedi çocuk, “Neden anne?”…
“Neden korumaya çalışırken, aslında canımı acıttığını anlamıyorsun.”
Bütün anneler korumaya çalışır çocuklarını, çocuk istesin kalbini çıkarıp verir avuçlarına.
“Ona olmasın bana olsun”, “O üzülmesin, ben üzülürüm onun yerine.”
“O korkmasın, o endişelenmesin, o ağlamasın, o yorulmasın…”
0 ile başlayan yüzlerce cümle kurabiliriz burada...
Annelerin ağzından dökülen, hatta annenizden duyduğunuz ya da çocuklarınıza söylediğiniz, öyle yapmacık falan değil, laf olsun diye söylenmemiş… Yapması gerekirse asla tereddüt etmeyeceği yüzlerce, binlerce dramatik ve duygusal cümleler bunlar.
Hiçbir zaman önüne geçemez çocuğunun hayatından bir annenin kendi mutluluğu. Oysa bir annenin bütün duyguları bir ayna gibi direk geçer çocuğun aklına, kalbine, hislerine… Annesi mutluysa mutludur çocuk, annesi korkuyorsa o da korkar annesinin korkularından. “Acaba üşüyor mu” düşüncesi varken aklında, hiçbir anne sarılmaz battaniyeye… Aslında sarılsa ısınacak ve ısıtacak çocuğunu sıcaklığıyla…
Çocuksa hep izler etrafında olan biteni… Bir şey mi oldu, hemen annesine bakar.
Düştü mesela, dizi acıyor ama çok da ağlamalık değil aslında:) . Anne öyle bir hışımla yaklaşır ki onu bir an önce düştüğü yerden kaldırmak için. Çocuk bile şaşırır, ‘Sanırım çok kötü bir şey oldu bana, farkında değilim, sıcağıyla hissetmiyorum’ diye düşünür:)
Aslında anne farkında olmadan bütün endişelerini yüklemiştir o an çocuğun küçücük kalbine. Aslında çok da canını acıtmayan bu düşme eylemine neden olan ne varsa bir daha yapmaz çocuk… Geriye çeker kendini ve tekrar denediğinde, aslında düşmeden bunu başarabileceğini asla göremeyecek, tecrübe edemeyecek ve yaşayamayacaktır bundan sonra.
Bir anne çocuğunu korumaya çalışırken farkında olmadan, tecrübe edinme olanaklarını almıştır çocuğunun elinden.
“Ne yaptım ki” der anne, yalnız olmadığını, yanında olduğumu hissettirmekten başka?
“Çocuğunuzun hayatının bir kısmını çaldınız ondan” cümlesini kurabilecek cesur babayiğitler hiç görülmedi henüz bu ülkede.
Hep anne dediğime bakmayın siz, şu an annelerin nefret dolu bakışlarını hissediyorum üzerimde ve itiraf etmeliyim ki çok korkuyorum şu an:)… Ancak neden korkuyorum biliyor musunuz?
Günün birinde bu anlattıklarımı suratıma çarpacak, delillerle birlikte karşıma dikilecek birileri çıkacak buradan. “Hani sen bir ara şunu demiştin, bak aynısını yapıyorsun” diyecek birileri… Bu kişi annem bile olabilir, işte bundan korkuyorum:)
Bazen doğrusunu bilir ama yapamazsınız ya, işte öyle bir şey… Ben bir babayım ve buradaki birçok anne gibi benim de çocuklarıma karşı acziyetlerim, zaaflarım var elbette… Çocuğumun canı yandığında benim de canım acıyor tabii ki. Belki bir anne içgüdüsüne sahip değildir baba, anne kadar ince düşünemez, anne kadar şefkat dolu olamaz belki de… Mesela dillere pelesenk olmuş o cümleyi asla kuramaz bir baba.
”9 AY KARNIMDA TAŞIDIM BEN ONU, HİSSEDERİM” diyemez asla. Ama bir anne kadar hisseder baba da ve aslında anne ile başlayan her cümlede olduğu gibi baba da hata yapar elbette farkında olmadan.
Mükemmel ebeveyn diye bir tabirin olmadığını anlamalı ve kabul etmeliyiz aslında. Hatalarımızı kabul edebiliyorsak doğru bir ebeveyn olma yolunda ilerliyoruz demektir. Mükemmel olmaya çalışmak hatalarımızı görmezden gelmek değil midir? İşte tam da burada başlıyor “anne - baba” olmak ile “ebeveyn” olmak arasındaki çelişki.
Duygusal beslenme diye tabir edilen bir kavram vardır psikolojide. Bunun sınırı yoktur, obez ya da çelimsiz de bırakmaz vücudu. Kalbe dokunur, orayı besler ve her yanlış beslenme heyecanlandırır, ritmi düzensizleştirir, az kararı ritim yavaşlığı, aşırı dozu kalp krizidir… Porsiyonu az yerseniz biraz aç kalabilirsiniz, çok yerseniz hazmı zor olacaktır ama hiç yemeden olmaz… Her şeyin olduğu gibi duygunun da azı karar, çoğu zarar, ortası yarar.
Anne-baba olmamız gerektiğinde “anne-baba” olmayı, ebeveyn olmamız gerektiğinde de “ebeveyn” olmayı öğrenmeliyiz. Belki de o zaman bu zamandır, ne dersiniz?
Hayat bazen olmamız gereken kimlikleri sunar bize. Kaçırmazsak bineriz o trene, kaçırırsak “keşke” ile başlayan cümleler kurup sorgulamaya devam ederiz geçmişimizi… “Keşke sen 3 yaşındayken şunu yapmasaydım” gibi cümleler, her anne-babanın vardır lügatında.
Çocuğunuzun gözlerinin içine bakın, keşfedin onu...
Sizden ne istediğini, ne kadarınıza ihtiyacı olduğunu bulun. Eksik etmeyin sakın kendinizi ondan ama fazlanızı da vermeyin onun iyiliği için…Mükemmel ebeveyn diye bir tabirin olmadığını anlamalı ve kabul etmeliyiz aslında. Hatalarımızı kabul edebiliyorsak doğru bir ebeveyn olma yolunda ilerliyoruz demektir. Mükemmel olmaya çalışmak hatalarımızı görmezden gelmek değil midir? İşte tam da burada başlıyor “anne - baba” olmak ile “ebeveyn” olmak arasındaki çelişki.