Ben ülker diriyim şimdilik !
Ben ülker diriyim şimdilik !
Şehrin en büyük üniversitesi, gittim kampüse, girdim fakülteden içeri. Sordum güvenliğe burada ‘Kadın Çalışmaları’ bölümü varmış nerede? Güvenlik uzun koridorun soldan yedinci odasını gösterdi. Yürüdüm odaya. Kapıda ‘Bölüm Başkanı’ yazıyor, üstelik de profesör. Çaldım bölüm başkanının kapısını, girdim içeri, baktım o da kadın. Mutlu oldum ‘‘Bizden, halden anlar’’ yani… Nazikçe selamlaştıktan sonra, “Bölümünüzde çalışmak için geldim. Doktoralı şiddet görme uzmanıyım ben. Alaylı ve eğitimliyim. Baba ile koca olmak üzere iki kuşaktan şiddet gördüm. Hem de sopa, kemer, Osmanlı tokadı gibi eğitsel araçlarla (!). Hor görülme, hakaret, tehdit, istismar gibi yan dallarda da uzmanlığım var. Kadına şiddet ve mücadele yöntemleri, gündelik hayat, kadın sağlığı vb. konularda tam zamanlı ders verebilecek yetideyim. Hani doçentlik verseniz reddetmem. Üstelik çok parada istemem, gidiş geliş yol ücreti, ders ücreti de artık gönlünüzden ne koparsa? Ama gönlünüzde hakkımı verecek kadar olsun yani, senelerdir hakkım olanı alamıyorum da. Dersleri de çok uzun yapamam onu da söyleyeyim. E haliyle hava kararmadan eve girmem lazım, sabi sübyan evde beni bekler. Hem akşam da bilim yapılmayıversin canım ne olacak?” dedim.
Bölüm başkanı hüzünlü bir gülümsemeyle bana uzun uzun baktı, “Eğitim sürecinizi oldukça önemsemekle birlikte, yabancı diliniz var mı” diye sordu? Adam sen de. Şiddetin yabancı dili mi olur? Şiddet şiddettir işte. Hem ben dört duvar arasında nerden öğrencem yabancı dili? Evdeki herkes bana yabancı ama dil olarak değil. Hocaya cevabım olumsuz olunca hoca, “O zaman bölümde size ders vermem mümkün değil” diyerek tüm hayallerimi yıktı. Sen tüm aşamaları geç, yabancı dilde boğul iyi mi? Bu kallavi eğitimimle kolay sanıyordum fakültede ders vermek, değilmiş.
Yanılmışım.
Bu ışıltılı hayatı ben seçtim (!) Evet, yanlış okumadınız. Ben, şahsen, bizzat, kendim. Dört duvarla çevrili o kargir evin içindeki kasvetli, puslu, oksijensiz havayı dağıtmak için hiç mi hiç çabalamadım. Tehdit ve korkuyla beraber bir de gelecek kaygısı bulut gibi çökünce üstüme sindim, yıldım. Bir umut olarak gördüm aslında sevmediğim kocamın yanını, evini.
Yanılmışım.
Tahsilimin en yükseğini lise, kariyerimi ev işleri ve kocaya hizmet saydılar. Çocuk da kariyerimin zirvesiymiş üstelik, onunla beraber yıpranma payı ve erken emeklilik imkanlarından yararlanıyormuşum. Yaptım çocukları. Kaç sene var şimdi emekliliğe? Emekli olacağım diye bunca zaman cefa primi ödenir mi (?)
Yanılmışım.
Doğum günü, sevgililer günü, kadınlar günü, anneler günüymüş yanıma uğramadılar. Benim için önemli gün ve haftalar dayak yemediklerim. Yüzüm ve yüreğim gördüğüm şiddetten o kadar astarlandı ki mahalleye çıkmaya da utanmıyorum artık. Perdelerin arkasından, kapı aralıklarından, balkonlardan acınası gözlerle bakan, yalnız yakaladıklarında “Maddi ve manevi yanındayız” deyip, yüzüm, gözüm şiş emniyette gittiğimde, “Aile işine karışmayız” diyerek suspus olan riyakâr mahallem için.
Yanılmışım.
Babaya saygı ve kocaya minnet gibi kavramlar için bedel öderken, tüm bu olanları benim çektiğim acıları sen de çek titriyle, gözünde yaş, yüreğinde en ufak sevgi kırıntısı olmadan, bir duvar gibi seyreden anamdan, yaşadığım acıları görüp yurt dışına giden ve “Seni yanına alacağım” diye söz veren abimden medet umdum.
Yanılmışım.
Yediğim dayakları vakur bir tavırla karşılamamı isteyen, “Bunlar da geçer kızım, hele biraz daha sabret, zamanla her şey düzelir” diyerek, beni zamanın muğlaklığında yalnız bırakan. “Daha fazla burada kalamazsın” imasını üstü kapalı ifade ederek, sadece ve sadece mutlu anlarda yanlarında olduğunu hatırlatan, elimden tutmayan akraba ve arkadaşlarım hakkında çok yanılmışım.
Son sözümde bozulan sinirlerimi düzeltmesi için başvurduğum psikologlar ve psikiyatrlara(!), “Düşüncelerini değiştirmeli, farklı bir yol haritası çizmelisin” deyip, en sadık ilaçları vermek kolay anam. Peki, nasıl değiştireceğim ben düşüncemi, Aristo muyum ben? Yol haritasıymış (!) Ayol aşağı yola insem yediğim şamardan yüzüm topoğrafya haritasına dönüyor benim. Peki ya beni bu hale getirenler? Esas hasta olanlar onlar değil mi? Bir şeylerin değişmesi için onları da çağırır, esas hasta olanlara yardım edersiniz sanmıştım, çağırmadınız.
Yanılmışım.
“Ne çekilmez çilem varmış” diyen kadınlara sesleniyorum, hodri meydan(!) Ben hepsini çektim.
Coğrafyam yani mahallem kaderim değil, kederim oldu.
Hep başkalarının hayatını yaşayan, kendi hayatını yaşamak istediğinde ise kendini birdenbire hastane bulan bir kadın Ülker. Kayıtlı değil, kayıtsız refakatçi. Kalacak bir yeri olmadığı ve ailesi ile kocasının onu bulmasını istemediği için hastanede refakatçilik yapmaya başlıyor. Hiç tanımadığı hastaların hiç bilmediği rahatsızlıklarına konuk oluyor. Elinden geldiğince onlara yardımcı olmaya ve kendi barınma sorununu sağlama almaya çalışıyor. Ülker, hastanede çıkan üç öğün yemek, banyo ve baktığı hastalardan eline geçen 3-5 kuruşla da hayatını idame ettirmekte.
Ülkemiz kadınlarının yaşadıkları sorunlara mizahi bir gözle yaklaşan Seray Şahiner romanında kurgudan öte kahramanını karakterize etmekte ve sosyo-ekonomik bir tahlilden yola çıkarak onun umut dolu hayat mücadelesini konu almakta.
Diyalogların sınırlı olduğu, içsel konuşmalar ve gündelik yaşamın her anına ilişkin tespitlerle sizi sürekli ayık tutan roman, Şahiner’in cesur ve keyifli kalemi ile sürükleyici anlatıya dönüşüyor.
Seray Şahiner – Ülker ABLA (Everest Yayınları)